deli_dana_sSabah 7:00’de kalktım. Normalde mesaim 9:00’da başlıyor ama bugün 8:30’da toplantım var. Kahvaltıyı poğaça çayla işyerinde yaparım, duş alıp hemen çıkmam lazım.

İnsan, hayatını sürdürmek için ne çok şeyle uğraşmak zorunda. Gündelik hayatını devam ettirebilmek için bile bir sürü uğraş veriyorsun. Duş alacaksın, traş olacaksın, günde en az iki kere dişini fırçalayacaksın, gömleğin ütülü, saçların taralı, ayakkabıların boyalı olacak… Günde üç kere yemek yiyeceksin, ara sıra tuvalete girmen, sık sık ellerini yıkaman gerek… Dolmuşa binmek, para çekmek, doğalgaz kartına kontör yüklemek için sıra bekleyeceksin… Bazen çok yorucu oluyor bunları takip etmek, unutabiliyorsun bazı şeyleri. Ben ara sıra traş olmayı unutuyorum mesela…

Duş, diş, traş ardından, tam kurulanmadan giyinip dışarı attım kendimi. Saç kurutma makineleri boşa zaman kaybı. Vuuu vuuu tutuyorsun saçlarına, bir türlü bitmek bilmiyor saçlarındaki ıslaklık. Saç diplerin kurumuyor beş dakika falan uğraşsan da. Üflediği sıcak havadan diyorlar ama bence vücuduma elektrik verdiği için saçlarım kabarıyor, kıvırcıktan kabarık dalgalıya dönüyorum. Hiç sevmiyorum kabarık dalgalı halimi, sonra gün içinde kirlenip, yağlanıp yatışmayı, kıvırcığa dönmeyi bekliyorum. Kirlenmek elektriğimi alıyor.

Saat 7:30’da dolmuş kuyruğuna yaklaşıyorum. Dolmuş durağında bekleyen on beş kişi var. İlk durak olmadığı için kısmen dolu gelen minibüsler, birer ikişer kişi alıyor bu sıradan, Allahtan sık geliyor dolmuşlar. En geç yirmi dakika falan sonra binebilirim, iş yerine ulaşmam da yarım saat sürse 8:25 gibi işyerindeyim. Poğaçaya da vakit kalmayacak. Tam dolmuş kuyruğuna ilerlerken, bir otobüs geçip duruyor durakta. Otobüsleri sevmiyorum hiç, tıkış tıkış yolculuklar çok bozuyor sinirlerimi. Dolmuş daha iyi, en azından bir yere oturuyorsun, bir şeyler okurken falan zaman geçiyor.

Otobüsle dolmuşun rotaları farklı. Aynı yere, birbirlerine zıt istikametlerden gidiyorlar, o yüzden durakları karşı karşıya. Aralarında on metre genişliğinde bir yol var. Sabahın bu saatinde vızır vızır arabalar, servis otobüsleri, dolmuşlar, taksiler geçer bu yoldan.

Şeytan vesveseler fısıldar arada kulağıma, şimdi de “otobüse bin, poğaça ve çay için vakit kalır” diye söylüyor. Çok emin değilim, oturarak gitmek mi, işyerinde kahvaltı mı? Biraz duralıyorum, çay ve poğaça iyi olabilir diye, yola atlayıp, arabaların arasından hızla otobüse koşuyorum. Fakat yetişemiyorum. Arkasından koşa koşa gidiyorum birkaç saniye, bağıra çağıra el sallaya sallaya otobüsü yavaşlatsam binebilirdim. Olmadı, elimde çanta, ayağımda kundurayla, yetişme ihtimalim hiç yoktu zaten. Gerçi o kısa kararsızlık anı olmasaydı yetişirdim…

“Neyse kahvaltı yapmasam da olur” diye düşünerek karşıya geçip, dolmuş kuyruğunun en arkasından sıraya giriyorum. Bu toplantı önemli. Kurula yeni katılan müfettiş yardımcılarının eğitimi için haftada bir cuma günleri yapılıyor. Ben de onlardan biriyim daha birkaç hafta oldu işe başlayalı ve bu benim katılacağım ilk eğitim toplantısı. Geç kalmak zaten hiç iyi bir şey değil, ama ilk toplantıya zamanında gidemezsen, üstatlardan fırçayı yersin. Fırçalanmayı hiç sevmem, ilk günden kötü bir izlenim bırakmaktan ise nefret ederim. Sonra onu düzeltmek için çok çaba harcaman gerek. Ama şükür ki şükür vaktim var daha.

Bunları düşünürken birkaç dolmuş geldi, birer ikişer aldı sıradakileri. Yedi sekiz kişi var önümde, üç ya da dördüncü minibüse binerim. Bu sırada karşıya bir halk otobüsü yanaştı. Saatimi kontrol ediyorum 7:37, hala çay ve poğaça için vakit var. Yine bir kısa kararsızlık anından sonra çay ve poğaçaya, pardon otobüse doğru koşmaya başlıyorum. Arabaların arasından duraklaya duraklaya geçene kadar otobüs hareket etmeye başlıyor. El ediyorum falan ama tıka basa dolu otobüsün şoförü umursamıyor. Gözlerime baka baka geçip gidiyor yanımdan.

Mecburen dolmuş sırasına döneceğim ama kuyruk yeniden on beş kişi olmuş. Sıranın arkasına geçsem muhtemelen geç kalırım. Dolmuşun ilk durağı bizim bulunduğumuz yerden 150 metre kadar uzakta. Koşa koşa oraya gitsem biraz zaman kazanabilirim. Doğrudan oraya doğru koşturmaya başlıyorum Niye taksiye binmiyorsun diye sorduğunuzu işitir gibiyim, boş taksi bulsam durur muyum, deli miyim ben?

Geceleri çok geç uyuyabiliyorum, o yüzden de sabah uyanmalarım tam bir işkenceye dönüşüyor. Yıllardır böyle bu, ara ara erken yatma denemelerim oluyor elbette, ama yatakta döne döne yine gece üçleri buluyor sızmam. Hafta içinde biriken uykusuzluk Perşembe Cuma günleri çok yorucu oluyor tahmin edersiniz. Ama hafta sonları öğlene kadar uyuyorum mis gibi. Bugün Cuma, uykusuzluk yorgunluğunun zirve günü ama yarın çok uyuyacağım. Hayalim bu…

Elimdeki çantayı sallaya sallaya, tak tuk tak tuk koşturuyorum ilk dolmuş durağına doğru. Bu sırada yanımdan bir belediye otobüsü geçiyor, bugün çok sık otobüs geçiyor nedense. Elli metre ileride otobüs duruyor, benim dolmuş durağının tam karşısı oluyor burası da. Bu kez fazla düşünmeden atıyorum kendimi yola ve hızla geçiyorum karşıya. Sıkı bir depara kalktım, yakalayacağım otobüsü… Tam geldiğimde otobüs hareket ediyor yine. Nefes nefeseyim bağıracak, ıslık çalacak halim yok son bir gayret otobüsün arka kısmına bir iki tokat vurup durdurabilirim diye hamle yapıyorum ama nafile… Elim ulaşmadan otobüs hızını alıyor, ellerimin arasından kaçırıyorum resmen.

Bu son deparla nefes nefese kalsam da dolmuşun ilk durağına hesapladığımdan bir iki dakika erken ulaşabiliyorum. Bu da iyi. Saatim 7:45 vakit var hala… Karşıya geçiyorum dolmuş durağında on beş kişilik bir sıra var yine ama burası ilk durak, boş gelir minibüsler. İkinciye binerim… Sıranın arkasına geçtiğimde ilk araç geliyor ve on üç yolcuyu yükleniyor. Neyse bu sefer şansım döndü gibi erken geldi ilki, ikincisi de şimdi gelir biner giderim. Nefesim düzelmedi hala, sigaradan hep bunlar. Dolmuşa binmeden hemen önce sigara yakmam hiç. Özellikle kışın üstüne yapışır kokusu. Bindiğinde mutlaka buna takacak bir yaşlı teyze bulunur o dolmuşta. Laf sokmaz ya da azarlamazsa, en azından kötü kötü bakar, cık cık diye kendi kendine söylenir o teyze mutlaka. Şimdi de yakmıyorum ama çok strese girdim, yatışmak için bir tane yakabilsem ne güzel olurdu, ama o teyze mutlaka binecek, biliyorum…

Saat 7:55’i buldu, ikinci dolmuş gelmedi bir türlü. Gerilimim artıyor, sürekli saatimi kontrol halindeyim. Bu sırada bir halk otobüsü geldi karşıya durdu, ama bu sefer kararlıyım çıkmam sıradan, kanmam yalancı şeytana.

Alçak otobüs tüm cezbediciliğiyle beş dakikadır durakta. Saat 8:00… Acaba? Koşsam mı otobüse? Birkaç saniyelik kararsızlıktan sonra fırladım dolmuş sırasından karşıya doğru. Benim sıradan çıkmamı beklermiş gibi halk otobüsü de hareket etti duraktan. El etsem de faydasız, durmadı, biraz daha önde olsam atacam kendimi önüne, dursa da durmasa da. Sonuçta en fazla görev şehidi olurum. İşe yetişmeye çalışan devlet memuru, otobüsün altında kalırsa şehit sayılır mı? Bence sayılmalı, millete hizmete koşuyorsun sonuçta…

Ne şehit olabildim, ne otobüsü durdurabildim, nefes nefese bir gazi olarak yönümü dolmuş durağına döndürdüm yeniden. Sıra yeniden on beş kişi. Galiba ağlayacağım…

Bu kez bekleyeceğim boş dolmuşu, dünya yıkılsa çıkmam sıradan… Saat sekizi on geçiyor hala on altıncıyım. Gelmedi dolmuş, sanırım artık geç kalışım için uygun mazeretler bulmaya başlasam iyi olacak derken, bir boş taksi gelip duruyor dolmuş sırasının önünde. Bir kişi atlıyor hemen taksinin kapısına ve sıradakilere sesleniyor, “Kızılay’a gidecek var mı?” Tamam buna binmem lazım, iki kişiyle birlikte koşup taksinin arka kapısına yapışıyoruz. Ben tam sıradan çıkarken benim önümdeki yaşlı amca da niyetleniyor ama takmam bu sefer, vurup omzu geçiyorum yanından. Arkamdan bir şeyler söylüyor ama duyacak halim yok, bu taksiye bineceğim. Geçip arka kısım ortaya oturuyorum. İki yanımdan sıkıştıran iki adamın arasında, kucağımda çantamla otururken iki tane boş minibüsün dolmuş durağına geldiğini görüyorum

İş yerine ulaştığımda saat 8:40’ı buluyor. Koşa koşa asansör kapısına ulaşıyorum. Asansörün önünde promosyon arkadaşıma rastlıyorum. Müfettişlikte aynı dönem işe başlayanlara promosyon deniyor, polislikteki, askerdeki devre olmak gibi bir şey. Ali’ye rastlamak iyi hissettiriyor, en azından tek geç kalan ben değilim.

“Günaydın Ali”

“Günaydın…”

Ali çok rahat, gecikmiş olmaktan dolayı pek sıkıntılı değil gibi. Gerçi tanıdığım kadarıyla biraz rahat bir insan kendisi. Böyle şeylerden, benim gibi strese girecek, panikleyecek bir insan hiç değil.

“Kardeş geciktik, fırçayı yiyeceğiz şimdi” deyip stresimin bir kısmını ona yüklemek istiyorum.

“Neye geciktik?” diye soruyor.

“Muavin yetiştirme toplantısına”

“Yarın değil mi o?” diyor, hafif bir tedirginlikle.

Ruhum bedenimi kulaklarımdan terk ediyor galiba. Ayak parmaklarımdan başlayıp başıma kadar birkaç salisede ilerleyen irkilme ve arkasından gelen kulak yanmasının başka bir açıklaması olamaz. Evet, bugün Perşembe.

Böyle böyle delirdim ben…