Bu sabah güne, önce yüz gülümseten sonunda yine moral bozan şu videoyla başladım:
Seyretmeyecek olana şöyle açıklayayım, çocuğun biri İstiklal caddesine çıkmış gözünü bağlayıp, kollarını açmış… Yanına bir yazı koymuş “Ben sana güveniyorum, sen de bana güveniyorsan sarıl…” Gelip geçenler sarılmaya başlıyorlar çocuğa, yüz gülümseten, hoş bir eylem… Sonra mutlu sonlara karşı kötü adamlar geliyor, çocuğa ceza kesiyorlar. Huzuru bozmaktan 91 TL…
Kendimi bildim bileli, senin mutluluğun bir başkasına huzursuzluk verir bu ülkede… Tam tersi de geçerli, sen huzursuz olursan, öteki bundan mutlu oluyor. Manyaklık…
Mutluluk coşkun bir şey, içinde durduğu gibi durmaz, ruhundan, bedeninden taşar. Ama çok bireysel bir şeyse seni mutlu eden, dışarı akan coşkun, çevrendekilerin neşesini arttırır sadece… Birden fazla kişiyi mutlu eden tek bir sebep olunca, ortak bir ruh büyütür neşeni… Düğün olur daha büyürse bayram olur… Birbirimize geçiririz coşkuyu…
Düğün ve bayram… Sanki içerdiği manayı bu kadar güzel taşıyan başka kelime yok gibi… Daha evrensel bir coşkuyu, yapma ve sahte de olsa bir parça taşıyabildiği için mi en çok seviyorum ben yılbaşılarını… Bilmem, öyle olmasını istediğim için öyle olmaya çalışıyorumdur belki de… Milyarlarca insanın paylaştığı bir neşeye paydaş olmaya çalışma…
Ama yapma, ama sahte coşkular bunlar biliyorum. Yaşadığımız dünyanın, ticaret kurallarına göre biçimlendirilmiş ritüellerden ibaret… O yüzden düğünlerimiz mutluluk vermiyor kimseye mesela… Kendiliğinden değil çünkü, kurallı mutluluk mu olurmuş, yüzük alınacak, salon tutulacak, gelinlik/damatlık giyilecek, kuaförlere gidilecek, davetiyeler bastırılıp dağıtılacak, gelin arabaları, bahşişler, sözler, nişanlar, kınalar… Oysa mutluluk anarşist bir şey kuralsızlık. Onu öldürüyorsun, sonra hadi bakalım sahnede göbek atalım… Düğün dediğin kollektif mutluluk aslında ama varsa en başında, diyelim ki karar aşamasındaki coşkuyu öldürmek için bin türlü yoldan geçiriyorlar seni. Ne oluyor sonra düğün dediğin, topluca katledilen bir coşkunun cenaze namazı… Göbek atıyoruz sonra… Çoğalt işte bunu bayrama felan…
İlk düğüne, ilk bayrama gidebilseydik, kollektif mutluluğun yarattığı coşkunun en saf halini orada bulabilecektik…
Zamanda yolculuk için, geriye doğru gidebilme şansın yok deniyor. Çünkü zaman çizgisel değil… Sonsuz sayıda çizgilerden oluşuyor. Bir zaman makinesi yapabilsek, bu sonsuz sayıdaki çizgileri bir şekilde bükebilsek, gideceğimiz geçmiş kendi geçmişimiz olmayacak başka bir geçmişe gideceğiz…
Yani zaman kendi hapishanemiz şimdilik. Topluca ileri doğru adım adım giden bir trenin yolcularıyız. Dolayısıyla ilk düğüne, ilk bayrama gitme şansımız yok…
Ama bazı şeyleri ilk defa yapabilmenin coşkusu hep var. Geziyi hatırlayın mesela, o günlerin coşkusunu herhangi bir düğünde, bayramda yaşamış olan var mı aramızda? Kuralsızdır mutluluk, büyütürsen düğün oluyor, bayram oluyor…
İntihar… Trenden inme cesareti… Bir defa başarabilecek olabilmenin coşkusu… İntiharı güzelleyemiyorum, güzellemek de istemiyorum. Çünkü ölen kişinin kurtuluşuysa bile bu beni mutlu etmiyor. Yarattığı kollektif bir acı var. Acı daha kolay yayılıyor mutluluktan. Sevdiğini kaybetmeyi daha önce ne kadar yaşarsan yaşa, her gelişinde ilk defasındaki kadar acıtan birşey… O yüzden de her ne kadar o da ritüellerle boğulsa bile, daha gerçek bir duygu yaşanır cenazelerde. Cenazelerin, düğünlerden daha samimi olduğuna inanıyorum ben…
Ama ortada saygın bir irade olduğu da bir gerçek… Plastik böceklerden kalıplar çıkarmaktan vazgeçiyorsun mesela… Birine sarılmaktan, sevmekten, güneşe bakmaktan, yılbaşılardan felan. Bunu yapabilmek bir yönüyle büyük bir irade, diğer yönüyle de büyük bir zayıflama hali. Mutluluğun bir daha sana uğramayacağına inandığın bir büyük umutsuzluk… Yaşayacağın güzel şeylerin tükendiğine yönelik bir inanç…
Çocuğun biri çıkmış İstiklal’e “ben sana güveniyorum, sen de bana güveniyorsan sarıl bana” demiş. Sarılanlara bakın hepsi küçük bir mutluluk yaşıyor, sonra o büyüyor her sarılanla kollektif bir neşeye dönüşüyor. Küçük bir düğün, minik bir bayram heyecanı, çünkü ilk defa geliyor başımıza… Sonra biri geliyor kurallar var diyor, cezan 91 TL… Gezi’de bomba yağdırıyor mesela…
İnsan mutluluğu kuralsızlaştıkça buluyor. Yasaklar, kurallar boğuyor bizi. Sokakta dans edemiyoruz, sarılamıyoruz, isyan edemiyoruz… Hapishanemizi neşelendirecek şeyleri bulup çıkartmanın çeşitli cezaları var… Mutlu olma umudunu kırarsan sen, bana ölümü gösteriyorsun demek. Bende o irade o cesaret yok ama… Trenden inemiyorum, hapishanenizden çıkamıyorum…
O zaman geliyoruz Adalet Ağaoğlu’na: “İntihar etmeyeceksek içelim bari.”